“Bu tür projelerde nereye gitmek istediğinizi bilmeniz gerekir”, diyor güzel sanatlar fotoğrafçısı Julien Mauve ve gülümseyerek ekliyor, “ama abartmayın!”
Julien; uluslararası düzeyde takdir gören Greeting from Mars, After Lights Out ve son projesi L'île Aux Libellules (Island of Dragonflies) gibi çalışmalarla kariyerini tanımlayan fotoğraf projelerini yaratma aşamasındaki yaratıcı süreci anlatıyor. Artık neredeyse sadece bunlara odaklanıyor; çekim yapıyor, görüntüleri düzenliyor, ardından bunları öncelikle çevrimiçi olarak, ardından sergilerle ve kitaplarla takipçilerine sunuyor.
Elbette her zaman böyle değildi. “Çoğu insanla aynı şekilde başladım”, diye anlatıyor ve ekliyor, “Anları, arkadaşlarımı, ailemi fotoğraflıyordum. Ama kısa süre içinde kendimi daha fazla ifade etmek; sadece kayıt yapmak değil, bir hikaye anlatmak istedim.”
Proje çalışmasına 2011 yılında bir Sony α99 başladı ve o zaman beri arkasına bakmadan ilerliyor.
Julien’in Island of Dragonflies isimli son çalışmasının çekimleri Japonya’da iki yıl içinde tamamlandı ve toplam dört yolculuktan oluşuyor. Konsept, ülkede gezerken, yapıların çoğunlukla adanın kıyı kesimlerinde yer aldığını fark etmesi ile şans eseri ortaya çıktı. “Orta kesimlerden geçtiğinizde kendinizi ölü bir bölgede gibi hissediyorsunuz. Buralarda çok fazla insan yaşamıyor ve doğanın içinde kaybolmuş birçok bina görüyorsunuz. Bu da sizi insanın doğayla olan ilişkisini ve bu ilişkinin nasıl değiştiğini araştırmaya itiyor.”
Island of Dragonflies çalışmasının terk edilmiş endüstriyel izleri ve medeniyetin doğa tarafından yavaşça yutulduğuna dair diğer işaretler, kasvetli ve distopyan bir bilim kurgu hikayesi etkisi yaratıyor. Ancak tıpkı tüm iyi hikaye anlatıcıları gibi, Julien de bambaşka öğeleri anlamlı bir bütün haline getiriyor.
Örneğin, birbiriyle tutarlı bir his uyandırmalarına rağmen görüntülerin hiçbiri aynı yerde, hatta aynı mevsimde bile çekilmiyor.
“Bazı fotoğraflar Okinawa’da, bazıları ise kuzeyde farklı zaman dilimlerinde çekildi”, diyor ve anlatıyor, “Önemli olan, tüm atmosferin doğru olabilmesi için tutarlılığı sağlamak. Bunu yapabilmek için çoğunlukla sabah saatlerinde ve doğrudan güneş ışığı olmadığı zamanlarda çekim yapıyorum. Fotoğraflanan nesnenin tutarlılığının yanı sıra, son görüntülerdeki renk çalışması, tonlama ve renk saptırma da çok önemli. Bu tutarlı estetikliği yakalamak tamamen projenin bir parçasını oluşturuyor.”
Peki, Julien’in Sony Alpha ekipmanı bu konuda nasıl yardımcı oluyor? α99’u kullanırken α7R serisi ile karşılaştı. Ancak bir fotoğrafçının kendisi açısından önemli teknolojileri listeleyeceğini beklediğiniz yerde, Julien bir sanatçı olarak farklı bir bakış açısı sunuyor. Fark yaratan şeyler genellikle fotoğraf makinesinin özelliklerinin eksik olmasından kaynaklanmıyor.
”Bir sanatçı olarak bence, detaylı bir şekilde incelemek için fotoğraf makinesini unutmanız ve makineyi düşünmemeniz gerekiyor,” diyor ve ekliyor, “α7R serisi, çok hızlı tepki kabiliyeti ve son derece sezgisel çalışması sayesinde, kullandığım alete değil, ulaşmak istediğim noktaya odaklanmamı kolaylaştırıyor. Gerçekten fark edemeyeceğiniz kadar hafif ve aynı zamanda çok hızlı tepki veriyor; her an çekime hazır.”
Julien için çalışmaları söz konusu olduğunda, fotoğraflarında nereden ilham alacağını asla bilmiyor. Sürekli olarak geziyor; fotoğraflamak için mükemmel sahneyi bulmaya çalışıyor.
“Sadece birkaç saniye sürebilecek anlara anında tepki verebilmek için fotoğraf makinesini kendime yakın tutuyorum. Bu nedenle tepki süresi çok önemli.” Aynı nedenden dolayı, genellikle bir gövdeye 70-200mm f/2.8 G Master ve diğerine 24-70mm f/2.8 G Master takarak hızlı zumlarla çekim yapıyor ve fotoğraf makinesini, kendi deyimiyle, “neredeyse her duruma hazır” hale getiriyor.
Ayrıca Julien, α7R serisinin sunduğu yüksek çözünürlük ve muhteşem görüntü kalitesine güveniyor; bu, fotoğrafları sergi baskısı olarak gösterime sunarken son derece önemli bir faktöre dönüşüyor.
“Çalışmalarımı dergilerin ve kitapların yanı sıra galeriler ve stüdyolarda da sergiliyorum ve gerçekten çok büyük baskılar yapıyorum. Dolayısıyla kaliteden emin olmalıyım. Sergisini gerçekleştirdiğim son seride, baskılar 1 metre genişliğindeydi ve hiçbir sorun yaşamadım.”
Planlı ve plansız yolculuklardan oluşan yaratıcı sürece geri dönersek; Julien için konsepti tamamlanmış bir projeye dönüştürmek, süreç içindeki sürprizler ve değişikliklerle ayları ve hatta yılları bulabiliyor. Ancak sürecin büyük kısmı sıkı çalışmaktan ve kendini adamaktan oluşuyor.
“Fotoğraf çekme süreci, hikayeyi anlatacak sahneleri aramaktan ibaret”, diye anlatıyor ve ekliyor, “Ardından gelen düzenleme süreci zorlu olabiliyor çünkü elinizdeki 50 veya 60 görüntüyü 20’ye indirmeniz gerekiyor. Sadece güçlü olanları ve hikayenin devamlılığını sağlayanları seçiyorsunuz. Ancak bazen bir adım geri atıp nelerin işe yarayıp nelerin yaramadığına bakmanız gerekiyor.”
Ve devam ediyor, “Hikaye için gerekli ise bazı şeyleri değiştirmeniz ya da baştan başlamanız gerekiyor. Tıpkı denize girmek gibi; suyun altındayken, sürecin ortasındayken, resmin tamamını göremiyorsunuz; bazen nefes almak için yukarı çıkarak bakmanız ve tekrar suya girmeniz gerekiyor.”
"Dünyayı olduğu gibi değil, görmek istediğim gibi resmetmeye çalışıyorum"