En büyük iki tutkusunu sorduğumuzda, “Müzik benim için şu ana kadarki en müthiş sanat biçimi,” diyor Kaupo Kikkas. Bu, muhteşem portrelerini görenler için şok etkisi yaratabilir ama yaratmamalı; Kaupo’nun çalışmasını, geçmişini ve tutku ile yaratıcılık arasındaki içsel bağlantısını anladığınızda nedenini göreceksiniz.
"Müzik soyutluk bakımından ölçülemez. Diğer bir tutkum olan fotoğrafçılık ise benim için daha betimleyici ve gerçeğe daha yakın. Peki, neden bir fotoğrafçıyım? Ortalama bir müzisyen olmaktansa iyi bir fotoğrafçı olarak dünyaya daha büyük fayda sağlayabilirim!"
Elbette, Kaupo’nun samimiyeti alçak gönüllülüğünden geliyor ama tutkularının kombinasyonu bize fotoğrafçılıkta uzmanlaşmanın aslında ne kadar büyük bir güç olduğunu gösteriyor. Bu, genellikle muhteşem çekimleri sıradan olanlardan ayıran bir odaklanma ve kendini adama. Uzmanlaşma, çekmeden duramayacağınız şeyi bulmaktır; öylesine doğal ve eğlencelidir ki artık iş gibi hissetmezsiniz. Sevdiğiniz şeyleri çekin; insanlar bu tutkunuzu fotoğraflarınızda görecek ve buna yanıt verecektir. Kaupo’nun çalışmasında da, müziğe olan aşkını fotoğraflarında hemen hissedebiliyorsunuz.
Elbette tüm bunlar tek seferde olmuyor; aksine her bir unsur akortlardaki notalar gibi inşa ediliyor. “Estonya’da Sovyet tarzı bir profesyonel müzik okulunda eğitim aldım. Bu okullar sert ve ciddi bir yaklaşıma sahip. Gerçekten tek bir seçenek var: Ya müzisyen olacaksınız ya da başarısız bir müzisyen,” diye anlatıyor. O zamanlar bile fotoğrafçılığa ilgisi olmuş ve Estonya’nın muhtemelen ilk dijital fotoğraf makinesi olan, sadece 0,3 megapiksellik makineyi eline aldığında büyülenmiş. Ayrıca geleneksel teknikleri öğrenmek için filmli bir fotoğraf makinesi almış ve okuldan ayrıldıktan sonra, Finlandiya’da serbest fotoğrafçılıkla hayatını kazanarak burada fotoğrafçılık eğitimi de görmüş. Ancak nihayetinde Kaupo bir seçim yapması gerektiğini düşünmüş. “Eğitimim ve potansiyel kariyerim müzik üzerineydi ama işleri yarım yarım yürütemezdim. Bu benim prensibim; işleri asla yarım yapmam.”
Ama bir kez müzisyen olduysanız bundan geri dönüş yoktur; 10 yıl sonra bu iki alanı birbirine bağlamaya çalışmaya karar veriyor ve bunun için tanıdığı müzisyenlerle çalışmaya odaklanıyor. İlk müşterisi klarnet eğitmeni. Ama yine de şüpheleri devam ediyor.
"Estonya’da tam anlamıyla uzmanlaşabileceğimi düşünmemiştim; burada klasik müzik alanında para yok ama uluslararası düzeyde çalışabileceğimi düşündüm. Bazı ücretsiz oturumlar düzenledim ve ardından ismimi öne çıkarabilmek için çok küçük bir ücret talep ettim. Nihayetinde, sadece müzik yapmak yerine daha iyi para kazandıran tüm ticari işlerime yönelebildim."
Elbette, müzik fotoğrafçılığı kapsamlı bir konu ve Kaupo’nun portresi, içindeki birçok hücreden biri. “Bu bir yalınlaştırma; ama benim için etkinlik temelli ya da konser veya festivalleri de içerebilen belgesel müzik fotoğrafçılığı olmak üzere iki ana tür söz konusu. Konser fotoğrafları sanat olabilir ama bu, o yüksekliklerde nadir olarak görülür ve aslında bu konuda beklenti de yüksek değildir. Bir de, benim uğraştığım tasvir işi var. Fotoğraflanacak kişi ile daha fazla bağlantıya ihtiyaç duymanız gerektiği için çok farklı bir yaklaşım,” diyor. Tüm bunları, enstrümanlarını doğal şekilde tutan kişilerinde görebilirsiniz.
"Bağlantı veya yaklaşımınız yanlışsa bir oturumdan eliniz boş ayrılabilirsiniz. Burada püf noktası, bir portre oturumunun tek yönlü akmadığını fark etmektir. Bu çalışma, solo değil, düet. Müzisyenlerle çalışırken ‘tıpkı oda müziği gibi’ diyorum ve onlar da bunu çok iyi anlıyor. Çünkü bu, piyanist ve çellocudan oluşan bir kombinasyon... İçinde güveni barındıran. Fotoğrafçılık da aynı. Taraflardan sadece birinin çok çalışması yeterli değil. Bir hedef için çalışmalısınız."
Bunun empati ve fotoğraflanacak kişilerle ilişki kurmakla sağlandığını ve derin müzik anlayışının, görüntülerine de yansıyan daha kişisel bağlantılar yarattığını söylüyor.
Gözlemlerine dayanarak, fotoğraf çektirmenin bazı insanlar için stresli bir iş olduğunu düşünüyor. Bu nedenle kişiyi rahatlatmak ve ona saygı göstermek fotoğrafçı için çok önemli. Bu, gerçekten de görüntülerinde fark ediliyor; fotoğrafladığı kişiler rahat görünüyor. “Birçok portrede, akciğerlerde çok fazla hava bulunduğunu ve dolayısıyla omuzların sert ve duruşun savunmacı olduğunu görüyorsunuz…” diyor. Ayrıca baskın bir konsepte sahip bir fotoğrafçı olmak yerine empatiyle hareket edildiğinde bunun engellenebileceğini belirtiyor. Nesneye uygun olmayan bir stil ya da fikir dayatırsanız işler anında yoldan çıkabilir. “Teknik, fotoğraflanacak kişiyi bunaltmamalı; aksi takdirde teknik, fotoğraftaki kişinin önüne geçmeye başlar.”
Mükemmel konumlar kullanmak da Kaupo’nun çalışmasında önemli rol oynuyor; çekimlerinin çoğu ilgi çekici arka planlara veya nesneyi tamamlayan çerçevelemeye sahip. Ama bunlar şans eseri değil. Zaman içinde gördüğü yerleri zihnine kaydediyor; “Daima gözlerim açık yürürüm ve iyi yerler bulmaya çalışırım. Bazen bir yer yıllarca aklımda kalır. Tıpkı bu eski turba bataklığı gibi… 100’lerce veya 1000’lerce yıllık köklere sahip; çok tuhaf ve apokaliptik görünüyordu. Sonra birden bu yeri anlamlı kılan bir nesne buluyorum.”
Kaupo, ilginç yerlerin hem kendisini hem de kitlesini canlı tutmaya yardımcı olduğunu söylüyor ve aynı nedenden dolayı kişisel projelerine de zaman ayırıyor.
"Bir portre fotoğrafçısı olarak kendimi tekrarlamamak benim için her yıl giderek daha fazla önem kazanıyor," diyor. "Evet, nesneler değişiyor ama hemen tanınabilen bir görsel stilin fazlaca kullanımı beni korkutuyor. Kendi tarzımda çalışmalıyım; buna serbest sanat diyorum. Fikir bana dokunuyor ve ben de kendi tarzımda tepki veriyorum. Bir fotoğrafçı olarak ulaşabileceğim en iyi yerdeyim ama yine de alanımın da benim için en önemli tutkulardan biri olması konusunda inanılmaz şanslıyım."
"Çok çalış ve yaptığın işi sev, sonrası zaten gelir"