Portre ve moda çalışmaları sorulduğunda, “Fotoğrafçılık bir iletişim sporudur; bence bu bir şans çünkü iletişim kurmayı seviyorum”, diyor Steffen Böttcher. Aslında, çekmeyi istediğiniz portre stili ne olursa olsun, bu stil size fotoğrafladığınız kişi hakkında anlamlı bir şeyler söylemeli. Çalışmanız kimliksiz olursa gerçek bir portre olmaz.
Steffen’in portreleri, karakteri büyük oranda yansıtıyor ve Steffen, diğer önemli tekniklerin yanı sıra bunun, konumun görsel hikayesini anlatmakla da ilgili olduğunu söylüyor.
İyi bir portre için doğru ortama sahip olmak çok önemli; ortam, kişi hakkında çok şey söyleyebilir: kişi, yaptığı iş, bakış açışı... Kişiliği olmayan fotoğraflar istemiyorum. Sade portre çekimlerinde hiçbir sorun yok; bunlar modern ve kullanışlı fotoğraflar. Ama fotoğraflarımda ortamın hikayeyi anlatmaya yardımcı olmasını istiyorum; kütüphanede bir politikacı, mutfakta bir şef... Kişiliklerini yansıtan bir şey...
“Mekanın düşünceli şekilde kullanımı da fotoğraflanacak kişinin kendisi olmasını kolaylaştırıyor," diyor Steffen. “Tıpkı rol yapan oyuncular veya sahnedeki müzisyenler gibi; oyuncuların bir set veya mekana ihtiyacı vardır, tepki verecekleri hiçbir şeyin olmadığı yeşil bir ekran yeterli değildir. Müzisyenler ise bir sahne ve izleyici kitlesine ihtiyaç duyar. Bir hayvanı doğal ortamından alıp doğal davranmasını bekleyemezsiniz. İnsanlarda da aynı şekilde.”
Steffen, tam zamanlı olarak fotoğrafçılığa geçmeden önce, 12 yıl boyunca grafik tasarımcı olarak çalışmış ve bu, şüphesiz, fotoğrafların fikirleri iletme şekli olan görsel dili için mükemmel bir temel oluşturuyor. Grafik tasarımı alanında geçirdiği yılları, iyi bir kompozisyon, tamamlayıcı renk kullanımı ve görüntüyü yapılandırma yöntemi gibi temel hususları anlamasına yardımcı bir araç olarak anıyor. Bu yetenekleri edinmiş biri olarak, “Sıfırdan başlamadığınız için fotoğrafçılığa geçmek kolay. Sadece yaratıcı olmak istedim; en önemli teşvik bu ve teknik konular yüzünden çıkmaza girmemeli,” diyor.
Çok sayıda fotoğrafçının, fotoğrafçılığın teknik tarafında yer aldığını, ayarlarla oynamaya ve ekipmanlara odaklandığını düşünüyor. Ancak bunun kendi şahsında büyük bir rol oynamadığını söylüyor:
Fotoğrafçılık benim için daha çok resim yapmak gibi. Fotoğraf makinesinden ibaret değil. Işığa, kompozisyonu oluşturan elementlere, renklere bakmakla ilgili... Teknik bir uygulamadan çok daha fazlası. Bunun için, henüz fotoğraf makinesini elinize almadan önce fotoğrafı zihninizde yaratmanız önemli.
Bu noktada ona yardımcı olan şeylerden biri de Sony α9’un eğilebilir ekranı. “Birçok nedenden dolayı ekran üzerinde kompozisyon yapmayı tercih ediyorum,” diyor. “Vizörü kullanarak kompozisyon yaptığınızda, gerçek hayata daha fazla benzemesi nedeniyle diğer elementleri unutuyorsunuz.” Gözleriniz, bütün olarak kompozisyondan ziyade fotoğraflanacak kişiye mi odaklanıyor diye sorulduğunda şöyle diyor: “Evet, çünkü ekran kullandığınızda kompozisyonu bu şekilde görebiliyorsunuz; tıpkı basılmış fotoğrafı, işin bitmiş halini görmek gibi. Daha fazla mesafeniz oluyor ve daha objektif olabiliyorsunuz.”
İletişim sanatına dönersek, Steffen için fotoğraf makinesinin LCD ekranını kullanarak kompozisyon yapmanın muhteşem yanlarından biri de, gözlerinin önünde fotoğraf makinesi “siperi” olmadan, fotoğrafladığı kişiyle daha kolay etkileşim kurabilmesi. “Bir fotoğrafçı olarak, o maskenin ardından çıkmak bana gerçekten yardımcı oluyor. Çok daha samimi ve fotoğraflanan kişi için çok daha iyi. İnsanlar çok farklı şekilde tepki veriyor ve bunu hemen fark ediyorsunuz. Bu sayede fotoğraflanacak kişiye odaklanmak ve onlarla daha iyi bir şekilde etkileşime geçmek benim için çok daha kolay hale geliyor. Özellikle, α9’un AF ve pozlaması sayesinde fotoğraf makinesine tamamen güvenebileceğimi biliyorum.”
Aslında, Steffen’in portrelerini özel kılan şey, büyük oranda konuşmanın gücü. “Fotoğraf makinesi yüzümü kapatmadığı için fotoğrafladığım kişiyle konuşabiliyorum ve onları rahatlatıyorum. Modeller bu işi her gün yapmıyor ve bu yüzden biraz güvende hissetmeye ihtiyaçları var. Gerçekten çok konuşuyorum; onlara poz vermelerine gerek olmadığını, sadece kendileri olmalarını söylüyorum. Sonrasında o küçük güzel anları yakalamak benim işim.”
Portre fotoğrafçılarının çoğu, fotoğrafladıkları kişilerle konuşur; ama önemli olan sadece konuşmuş olmak değil, bu konuşmayı nasıl yaptığınızdır.
Birçok insan düz bir şekilde duruyor ve bu, aslında, insanların daha stresli ve gergin hissetmesine neden oluyor. ‘Nereye bakacağım?’ veya ‘Çenemi ne tarafa döndüreyim?’ gibi şeyler düşünmelerini istemiyorum. Kendilerinden uzaklaşmalarını, farkındalıklarından kurtulmalarını istiyorum.
Kullandığı yöntemlerden bazıları, hikayeleri konuşmaya çevirmek ve bu hikayeleri sunma şeklini fotoğraflanan kişinin hissetmesini istediği şekilde değiştirmek. “Bazı fotoğrafçılar, ‘güzel bir şeyler düşün’ der ve bir tepki bekler. İşler böyle yürümüyor; daha akıllı olmalı ve daha fazla empati kurmalısınız. Kahramanca görünmelerini istiyorsam onlara kahramanlık hikayeleri anlatıyorum; rahat görünmelerini istiyorsam onlara tatilimin ne kadar güzel geçtiği gibi rahatlık içeren hikayeler anlatıyorum.”
Onun için vazgeçilmez ipucu: “Fotoğraflanacak kişileri andan uzaklaştırmak için konuşmanın gücünden yararlanın. Tıpkı bir baleyi yönetmek gibi; ama bilinçaltları ile çalışıyorsunuz. Onlar dinliyor ve tepki veriyor. İşte böylece, en iyi şekilde iletişim sağlanıyor.”
“Hayat EVET demektir!”