Mike Will’e göre, “Düşük ışıkta fotoğraf çekmenin en güzel yanı, zorluğu. Bu alanda ustalaşmak hiç kolay değil, o yüzden kendimi kreatif anlamda kanıtlama fırsatı oluyor.”
Mike yıllardır Londra’da düşük ışık koşullarında gökdelenleri fotoğraflayıp gece portreleri çekiyor ve belirttiğine göre işin zorluğu hiçbir zaman ortadan kalkmıyor: “Çekim yapmak için illaki geceyi gündüze tercih ederim, bu da büyük oranda insanların fotoğraflarıma verdikleri tepkiden kaynaklanıyor. Günde on kere görebilecekleri, artık tamamen kanıksadıkları bir sokak sahnesini alıp bu sahnede bambaşka ve muhteşem bir şey görmelerini sağlayabilirim.”
Mike’ın düşük ışıkta çektiği sahnelerin etkileyiciliği tartışılmaz; bu çekimler mükemmel kompozisyon, hassas zamanlama ve büyüleyici bir renk çalışmasının güzel bir kombinasyonunu sergiliyor. Bütün bunlara ek olarak Alpha aynasız fotoğraf makinelerinin özellikleri ve gece portreleri çekmenin doğurduğu zorlukların üstesinden gelme tutkusuyla fotoğrafçı, düşük ışık koşullarında merak uyandırıcı büyülü fotoğraflar çekmeye yönelmiş.
Mike, fotoğrafın adeta kareden dışarı uzanarak bakan kişinin ilgisini yakalamasını sağlayan unsurlar kullanarak her bir görüntüyü daha değerli hale getirmek için kendisini zorladığını söylüyor.
Peki düşük ışık koşullarındaki çekimleri olağanın üzerine nasıl yükseltirsiniz? Bunlara nasıl duygu ve cazibe katarsınız? Mike’ın kullandığı bir dizi unsurun arasında, gerçek anlamıyla yüksek bir konumdan çekim yapmak da yer alıyor.
“Yüksek noktalar, Londra gibi şehirlere yukarıdan bakmak için harika bir fırsat sunuyor,” diyor fotoğrafçı, “ve sokak seviyesinden uzakta olmak size daha büyük bir özgürlük hissi ve daha geniş bir görüş alanı veriyor. Yine de dengeyi bulmak önemli çünkü ne fotoğrafladığınız yerle olan bağlantınızı kaybetmek istersiniz ne de özgünlüğünü kaybetmiş, adeta ayırt edilemez bir yeri fotoğraflamak.”
Nehre bakan çekimini düşünün, yüksek görüş açısı geleneksel bir manzara kompozisyonu oluşturuyor, güçlü giriş hatları da fotoğrafa bakan kişinin bakışına rehberlik ediyor.
Hareket de önemli bir unsur ancak burada hangi türden olursa olsun tüm hareketler söz konusu değil. Düşük ışık koşullarında yapılan uzun pozlamalar doğal olarak hareket kaynaklı bulanıklık ve ışık izleri ortaya çıkarıyor ancak Mike’ın söylediğine göre, bunlar üzerinde yine biraz daha sıkı çalışmanız gerekiyor. Kullandığı yöntemlerden biri, statik unsurları bulanıklıkla bir araya getirmek. Örneğin nehir çekiminin ortasındaki statik otobüsün oluşturduğu netleme noktası veya hareketle kontrast oluşturmak için kullandığı hareketsiz insan figürü, bunun örneklerinden.
Mike, “Mevzu yine sorun çözme meselesi,” diye açıklıyor. “Tutkulu olmalısın ve çoğunlukla soğuk havada da olsa saatlerini bu işe verip doğru anı beklemelisin. Otobüslere ve arabalara karşı yüzde yüz doğru zamanı yakalama yarışındasın. Gel gör ki, 20-30 denemeden sonra da olsa hedefi on ikiden vurduğunu bilmek harika bir his.”
Mike, Londra’nın simge niteliğindeki farklı mekanlarını düşük ışık koşullarında fotoğrafladığı son çekimlerinde güvenilir α7r III ve α7 III fotoğraf makinelerini kullanmış. Aynasız fotoğraf makinelerinin avantajlarından etkilenmiş olmakla birlikte, ilk profesyonel fotoğraf makinesi olarak α7 II’yi kullanmış olduğundan, düşük ışıkta fotoğraf çekmeyi eskisinden çok daha kolay hale getiren özelliklerin tamamı ona çok normal gelmiş. Şöyle açıklıyor: “İnsanlar bana DSLR makineleriyle yaşadıkları sorunlardan, örneğin karanlıkta netleme yaparken ya da mükemmel pozlamayı yakalamaya çalışırken yaşadıkları sorunlardan bahsettiklerinde bana bunlar çok uzak geliyor. ‘Neden netleme yükseltme özelliğini kullanmıyorsun ya da elde edeceğin sonuca vizörden bakmıyorsun ki?’ diye soruyorum, karşılaştığım tepkiyse boş bakışlar oluyor! Yıllardır Alpha kitini kullandıktan sonra, sanırım bütün bu harika özellikler benim için normalleşmiş ve bunları artık tamamen kanıksamışım.”
Düşük ışıkta çekim yapmasından dolayı, ekipmanını seçerken boyut da Mike için önemli bir etken oluyor. “Daha küçük, daha hafif fotoğraf makineleri ve lensler, gece şehirde çalışmayı gerçekten kolaylaştırıyor,” diyor. “Eğer Alpha kitime denk düzeyde Full Frame kalitesini sunabilen bir DSLR kullanacak olsam, bu makinenin boyutu Alpha’nın neredeyse iki katı olurdu.”
Peki ya lensler? Mike, bunlar sayesinde de oldukça az ağırlıkla hareket edebildiğini söylüyor; “Düşük ışıkta yaptığım uzun pozlamalı çalışmaların yaklaşık yüzde doksanında FE 16-35mm F2.8 GM’yi kullanıyorum. Salıncaktaki kız fotoğrafı gibi portreler için de Distagon T* FE 35mm F1.4 ZA’yı tercih ediyorum. Alpha makinelerin Eye AF netleme modu sayesinde, son derece geniş diyafram açıklığında dahi net sonuç elde edeceğimden yüzde yüz emin olabiliyorum.”
Düşük ışıkta çekim yapmanın en önemli zorluğu, kaliteli görüntü yakalayabilme ve insanları cezbedecek renkler ile detayları elde edebilme alanında ortaya çıkıyor. Burada da yine Alpha gövdeleri kendini gösteriyor ve Mike rahatlıkla beyaz dengesini Otomatik ayara alıp daha sonra Lightroom kullanarak renkler üzerinde küçük ayarlamalar yapıyor.
ISO performansı ve dinamik aralık da düşük ışık koşullarının zorluğuyla başa çıkabiliyor. Mike şöyle söylüyor: “Düşük ışık koşullarındaki portrelerimi yaklaşık ISO 1000 veya üzerinde çekiyorum ama yine de sensörden yüksek seviyede detay ve kalite elde ediyorum, ayrıca görüntüler de son derece temiz oluyor. Düşük ışıktaki sokak sahnelerinde 50 ile 500 arasında çekim yapıyorum ve yoğun ışık ve gölge detayı için muhteşem bir dinamik aralıktan yararlanabiliyorum. Bütün bunlar düşük ışık koşullarının doğurduğu zorluğun üstesinden gelebilmeme yardımcı oluyor.”
Peki Mike’ın, gece çekimleri yapmak isteyen fotoğrafçılar için son bir altın öğüdü var mı? “Gece dışarı çıkıp fotoğraf çekmekle iş bitmiyor,” diyor, “farklı bir şey yapmanız gerek”.